Sitemizde çevresine karşı duyarlı siz Harbiyelilerin çevre ile ilgili yazılı ve görsel haber niteliği taşıyan yayınlanmasını istedğiniz haberlerinizi, çözüm getirilmesi gerektiğine inandığınız çevre ve toplum sorunlarının yanısıra,varsa çözüm önerilerinizi e-referans@teacher.com adresine yollarsanız üç gün içerisinde sitemizde yayınlayıp sizin sesiniz olacağız.

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ANTAKYA (GENEL BAKIŞ)

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ANTAKYA
(REHBER GÖZÜYLE GENEL BAKIŞ)


Roma İmparatorluğu’nun üç büyük kentinden biri ve doğu başkenti. Hristiyanlığın Kudüs dışında yayıldığı ilk kent Antakya idi.
Roma İmparatorluğu’nun üç büyük kentinden biri ve doğu başkenti. Hristiyanlığın Kudüs dışında yayıldığı ilk kent. Yakın çağımızın en küçük ve en "kısa süreli" devletinin merkezi... İşte Antakya’nın kısa öyküsü...
Amik ovasının başlangıcında, Amanos dağları ile Habib Neccar dağlarının ortasındaki vadide kurulmuş Antakya, bugünkü konumuyla karşılaştırıldığında inanılmaz bir tarihi zenginliğe sahip.
Antakya’yı M.Ö. 4. yüzyılda Suriye Kralı 1. Seleukos kuruyor ve babası Antiochos’un adını veriyor. M.Ö. 64 yılında Roma İmparatorluğu’na bağlanıyor ve bu dönemde gelişerek nüfusu 200.000’e ulaşıyor.
Antakya’nın bu gelişmişliği, Akdeniz ile Mezopotamya arasında bir köprü oluşturmasından kaynaklanıyor.
Gemiler kıyıdan 29 km uzaklıktaki bu kente Asi nehri üzerinden gelebiliyorlardı.
Hareketli bir ticari hayat ve lüks malların üretimi şehre büyük bir zenginlik kazandırmıştı. Bu zenginlik dönemi, şehrin 526 depreminde yerle bir olmasına kadar sürdü.
Antakya daha sonra 300 yıl süreyle Arap-İslam ordularının denetiminde kaldı. Ardından Bizans ve Selçuklu dönemi yaşandı. 1516’da Osmanlı şehri oldu. 1918’de Fransız işgaline uğradı. 1938’de bağımsız bir devlet statüsü kazandı. 1939’da da Hatay Devlet Meclisi’nin verdiği kararla Türkiye’ye bağlandı.
Kentte nereleri mi ziyaret etmeli?
Kentin tarihi dokusu, camiler ve Antakya evleri
Antakya’nın tarihi kent dokusunu tanımak için Asi nehrinin üst yanını dolaşmak gerekir. Yeni kent şehre giriş tarafında ve nehre kadar olan bölümdedir.
Kentin tarihi dokusu büyük ölçüde korunmuştur. Kent farklı dinlerden insanların yıllardır birarada yaşadığı, dışarıdan fazla göç almadığı için de fazla bozulmamış bir yapıdadır.
Eski Antakya evleri, kemerli bir yapıyla bir arabanın zar zor geçebileceği taş döşeli ara sokaklara açılır. Sokakların ortası, yağmur sularının akabilmesi için geniş bir oluk gibi düşük seviyelidir. Evlerin hemen hepsine bir avluyla girilir. Avluların kimisi, merdivenle çıkılan birinci kattadır ve yaşam diye nitelenen bölüme bu avlulardan geçilerek girilir. Birinci katlar taş, ikinci katlar bağdadidir. Evlerin dış görünüşü sadedir ama içerideki taş ve ahşap işçiliğiyle yağlı boya süslemeler göz alıcıdır. Zeminleri gözalıcı renklere sahip karo taşlar süslemektedir.
Kentte görmeye değer tarihi yapıların önemli bölümü Kurtuluş Caddesi üzerindedir. Şehrin ana caddelerinden biri olan ve çok sayıda dükkanın sıralandığı cadde üzerinde, Ulu Cami, Habib Neccar Camisi ve türbesi, Süveyka Camisi, Katolik Kilisesi görülebilir. Giriş kapısı üzerindeki freskleriyle dikkat çeken Ortodoks Kilisesi ise Kuruluş Caddesi’ni Meydana bağlayan ara caddelerden biri üzerindedir ve dar bir pasajla büyük avlusuna girilmektedir.
Eski kentle yeniyi birbirine bağlayan köprü, eski taş köprünün yerine yapılmış. Son derece sağlam olan tarihi taş köprü, Amik ovasının kurutulması için uygulamaya konan projeye kurban gitmiş.
Köprü çevresinde tarihi Antakya evlerini görmek mümkün. Bu evlerden biri sinema, biri Belediye başkanlığı, diğeri de Postane olarak hizmet veriyor. Antakya Mozaik müzesi de bu meydanda.


Antakya Mozaik Müzesi
Antakya’da yaşanan zenginlik ve ihtişam dönemini simgeleyen en güzel eserler, eşi bulunmaz Antakya mozaikleridir. Yörede 1932 yılında başlayan kazılarda bulunan mozaikler, Antakya Mozaik Müzesi’nde sergileniyor.
Antakya Mozaik Müzesi, sergilenen mozaiklerin büyüklüğü, sayısı ve kalitesi açısından dünyanın en zengin ikinci mozaik müzesi sayılıyor.
Mozaikler Grek, Roma ve Bizans dönemine ait. Samandağı, Harbiye ve Antakya’da bulunan hamam, kilise ve evlerin tabanlarını süslemiş mozaiklerin çoğunda mitolojik konular işlenmiş. Bu mozaikler paneller halinde sergileniyor, Antakya Müzesi’nde. Müzede ayrıca heykeller de bulunmaktadır ki, bunların en önemlisi 3 m boyundaki Apollon heykelidir. 8 salonu bulunan müzede kazılardan çıkan diğer arkeolojik buluntular, sikkeler, süs eşyaları da görülebilir.
Mozaiklerin bir bölümü salonların yetersizliğinden ötürü bahçede, mozaikler için zararlı dış koşullarda sergileniyor ve ne yazık ki renkleri soluyor, eğer yitiriyor.

St. Pierre Kilisesi
Zemininde yer yer bozulmuş mozaik kalıntıları ve duvarlarındaki freskleriyle ziyaretçilerin ilgisini çeken St. Pierre kilisesi, Habib Neccar dağının eteklerindeki bir mağaraya kurulmuş. (Kurtuluş caddesini izleyip ulaşabilirsiniz. Ya da kent merkezinden Reyhanlı yön levhasını izleyebilirsiniz.)
Bu mağara Hristiyanların ilk toplanma yerlerinden biri olarak bilinir. İsa’nın havarilerinden Aziz Petrus MS 29-30 yıllarında Antakya’ya gelmiş ve bu mağarayı hristiyanlığın yayılması için verdiği vaazlarda kullanmış. İsa’nın dinine inananlara ilk defa burada Hristiyan adı verilmiş. Bu yüzden bu mağara kilisesi, Hristiyanlığın ilk kilisesi olarak bilinir ve önem taşır.
Bu nedenle Papa 6. Paul bu kiliseyi Hristiyanlar için hac yeri olarak ilan etmiş. Her yıl 29 Haziran’da kilisede Aziz petrus’u anma törenleri düzenleniyor.
Kilise, 12. ve 13. yüzyıllarda eklemelerle genişletilmiştir. Kilisede bir altar, inziva odası, altar ve mermer vaaz kürsüsünün arkasındaki oyuğa yerleştirilmiş Aziz Petrus heykelciği bulunmaktadır.
Kentte ayrıca Antakya Kalesi, Kaya Mezarları (Asi nehri ile Habib Neccar dağı arasında kalan bölümde) ve Troyan su kemerleri (şehrin İskenderun tarafından giriş bölümünde) de görülebilir.
 


 Antakya’nın güneyi:
Harbiye ve çevresi.


Antakya’nın 10 km güneyinde şelaleleriyle tanınan Harbiye, antik dönemde Daphne (Depne) olarak anılıyordu. Roma döneminde Antakya’lı zenginler, çağlayanları ve havuzlarıyla ünlü yazlık sayfiye yeri Defne’ye villalar yaptırmışlar. Villa kalıntıları bugün de görülebilir. Tabanlarından çıkan mozaiklerin bir bölümü Antakya müzesindedir. Ama mozaiklerin çok büyük bölümü yurtdışına götürülmüş.
Mitolojide Daphne Irmak Tanrısının kızı olan bir su perisinin adı. Apollon Daphne’ye aşık olur. Ama kız onu reddeder. Apollon onun peşine düşer. Daphne kendini kurtarması için toprağa "Toprak ana, beni sakla" der. Toprak ana Daphne’yi bugün Harbiye Çağlayanlarının olduğu yerde ağaca dönüştürür.
Su perisi Daphne’nin dönüştüğü ağacın defne ile bir ilişkisinin olup olmadığı bilinmiyor ama Harbiye’de defne yağı ve yaprağından üretilen, saç ve cilt bakımında doktorlarca önerilip kullanılan sabunların üretimi yıllardır sürüyor.
Daphne aynı zamanda bir olimpiyat merkeziydi. Apollo tapınağı, tiyatrosu, eğlence yerleri ve stadyumu ile görkemli bir kent görünümündeydi. Ama ne yazık ki, bugüne hemen hemen hiç bir kalıntı ulaşmadı.

Antakyalılar Romalı atalarını izleyip bu güzel yere yazlık villalar yaptırmışlar.
Harbiye’nin yakın tarih açısından da önemi var. Şimdi kent meydanında bulunan Defne Oteli, 1939’da kurulan Hatay Cumhuriyeti’nin Meclis binası olarak kullanıldı ve Türkiye’ye katılma kararı bu binada alındı. Bina şu anda boş ve viran durumda.
Harbiye şelaleleri, yeşillikler içinden dökülen çok sayıda küçük şelaleden oluşuyor. Şelale çevresi şimdi bir mesire yeri kimliğinde. Çok sayıda restoran, kafeterya ve otel hizmet veriyor.
Antakya’nın batısı: St. Simon Manastırı:
Samandağ yolu üzerinde, Antakya’dan 18. km. sonra sola, Nahırlı köyüne yol ayrılıyor. 8 km’lik toprak yol, denizden yüksekliği 479 m. olan bir tepe üzerindeki St. Simon Manastırı’na götürüyor. Kilise, vaftizhane, sarnıç ve diğer bölümleri ziyaret edilebilecek olan Manastır 6. yüzyılda St. Simon adına yapılmış. Herhangi bir restorasyon çalışması yapılmamış olmasına rağmen manaster kompleksinin oldukça iyi durumda olduğu söylenebilir.
Manastırın bulunduğu tepenin panoraması da büyüleyici. Bir tarafta Samandağ ve Çevlik sahilleri, diğer tarafta kıvrıla büküle akan Asi nehri ve ötelerde Antakya kent merkezi.
 Samandağ


Antakya’nın 25 km güneybatısındaki bu sayfiye kenti ne yazık ki eski kimliğinden çok şey yitirmiş. Yeşil bahçelere yapılmış şirin evler yerlerini, beton, şekilsiz ve kargacık burgacık evlere bırakmış. Samandağ plajı, şehir merkezinden 5 km ötede. Ama deniz, İskenderun körfezinin genel kirliliğinden etkilenmiş. Asi nehri de burada denize dökülüyor.
Her şeye rağmen bölge, bir sayfiye yeri olarak ilgi görüyor. Plajda piknik alanları, pansiyon ve lokantalar bulunduğunu not edelim.
 Çevlik ören yeri ve Titus tüneli:
Samandağ’ın 4 km. kuzey batısında, deniz kıyısında Kapısuyu (Çevlik) köyü var. Çevlik köyü’nde Seleukia ad Piera antik kenti kalıntıları bulunuyor. Burada, dünyanın ilk tünelini göreceksiniz. Roma döneminde dağlardan inen suların sürüklediği tortuların limanı doldurmasını önlemek için İmparator Vespesianus tarafından bu tünelin yapımına başlanmış. Titus zamanında da tamamlanmış. 7 metre yüksekliğinde ve 130 metre uzunluğundaki tünel Titus tüneli olarak anılıyor ve bir mühendislik harikası olarak kabul ediliyor. Bacaklarınıza ve nefesinize güveniyorsanız kentin Akropolüne çıkabilir, kayalara oyulmuş mağaraları dolaşabilirsiniz. Beşikli mağarası olarak anılan yerdeki kaya mezarlarının iki sütunlu kutsal bölümü (Beşikli Kilise) ve mezar odaları ise çok etkileyici.
Çevlik köyünde de deniz temiz değil. Ama tam bir balıkçı köyü görünümünde olan ve balıkçı barınağı bulunan Çevlik’te ucuz balık yiyebilecek lokantalarla küçük temiz pansiyonlar ve bir de motel bulabilirsiniz.